Basın Odası

Destek olmaktan gurur duyduğumuz bir proje daha : ”Gel Zaman Git Zaman”

Bayburt’ta, Çoruh Vadisi’ne bakan bir tepenin üzerinde yeni müzeciliğin en önemli örneklerinden biri duruyor: Baksı Müzesi… Bir düşünme, dönüşme mekânı olarak tanımlanan müzenin, son sergisi ise ‘bir insanlık hikayesi’ anlatan ‘Gel Zaman Git Zaman’… Detayları Baksı Müzesi kurucusu Prof. Dr. Hüsamettin Koçan’dan dinledik.

Baksı Müzesi son sergisi ‘Gel Zaman Git Zaman’ı sanatseverlerle buluşturdu. Aynı zamanda ilk kez Çoruh Nehri üzerinde bir salda, sanatçılar, akademisyenler ve küratörlere ‘Akarsu Üzerinde Konuşmalar’ etkinliğinde sanatı konuşturdu.

Didem Eryar Ünlü, Bayburt’un 45 km dışında, Çoruh Vadisi’ne bakan bir tepenin üzerindeki müzeyi ziyaret ederek, modern ve geleneksel sanat eserlerine ev sahipliği yaparken, bölge halkı için bir kültür merkezi işlevi gören Baksı Müzesi’nin hikayesini, var olma amacını müzenin kurucusu Prof. Dr. Hüsamettin Koçan’dan dinledi ve izlenimlerini aktardı.  

Gila Benmayor ise etkinliğe katılamasa bile içinde ukde kalan ‘Gel Zaman Git Zaman’ sergisini ve ‘Akarsu Üzerinde Konuşmalar’ etkinliğinin tüm detaylarını yine Hüsamettin Koçan’a sordu. Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA) üyesi Doç. Dr. Ayşe Köksal’a Baksı’da yaşadığı deneyimi anlattırdı.

“Herkesi kucaklamak istiyorum”

Eserlerinde kişisel ve toplumsal belleği sorgulayan Baksı Müzesi’nin kurucusu Prof. Dr. Hüsamettin Koçan, “Masalların bir ideolojisi var. Masalları kaybettiğimizde, hayal gücünü de kaybetmiş olduk. Oysa idealler ve adanmışlık, toplumu farklı yere taşır” diyor…

DİDEM ERYAR ÜNLÜ

Sanatçı ve akademisyen Prof. Dr. Hüsamettin Koçan’ın doğduğu köy olan Bayburt Bayraktar Köyü’nde 2010 yılında kurduğu Baksı Müzesi, dünyada benzeri olmayan bir müze. Koçan’ın dediği gibi, bir “insani dayanışma anıtı.” Anadolu’nun zengin kültürel mirasını sergilemek ve gelecek nesillere aktarmak amacıyla kurulan bu müze, modern ve geleneksel sanat eserlerine ev sahipliği yaparken, bölge halkı için bir kültür merkezi işlevi görüyor.

Sanatı ile geleneksel ve modernin iç içe geçtiği, derin ve anlamlı bir dünya sunmayı hedefleyen Koçan, Baksı Müzesi gibi projeleri ile sadece bir sanatçı değil, aynı zamanda bir kültür elçisi olarak da büyüdüğü toprakların unutulmuş değerlerini yeniden hatırlatmayı amaçlıyor.

Eserlerinde kişisel ve toplumsal belleği sorgulayan Koçan, Anadolu’nun zengin kültürel mirasını eserlerine yansıtmayı, çoktan unuttuğumuz ve içini boşalttığımız kavramları yeniden hatırlatarak, insan olduğumuzu ve birlikte barış içinde yaşayabileceğimizi yeniden hatırlatıyor. Masumiyetten, özgürlükten, vicdandan bahsediyor… 

“Masalların bir ideolojisi var. Masalları kaybettiğimizde, hayal gücünü de kaybetmiş olduk. Oysa idealler ve adanmışlık, toplumu farklı yere taşır” diyor… Ve tam da bu sırada, bilgelik, sadakat, ihanet ve fedakarlık temaların ön plana çıktığı, doğanın gizemleri ve insan-doğa ilişkisini yansıtan Şahmaran efsanesini anlatıyor uzun uzun… Anadolu ve Orta Doğu kültürlerinde derin izler bırakmış ve birçok sanat eserine, halk hikayesine ve edebi esere ilham kaynağı olan bu efsane gibi, sanatın her türünün doğa, hayvanlar ve insanlar üzerindeki iyileştirici gücünü işaret ediyor. Güvenin kırılganlığından, ihanetin toplumda yaratacağı yaralardan bahsediyor… Ve bir Anadolu bilgesi gibi, gelin birlik olalım, birlikte üretelim, yaşadığımız toprağın değerlerini yeniden hatırlayalım, birbirimizi ötekileştirmeyelim diyor…

Doğu Karadeniz’de, Bayburt’un 45 km dışında, Çoruh Vadisi’ne bakan bir tepenin üzerinde, kapkaranlık ama apaydınlık bir gecede dinledim Hüsamettin Koçan’ı… Ve bakın neler anlattı… 

Çözümü çatışmada aramıyorum

İletişim kurmadan deneyimin geçmediğini, deneyim de üretmeden olmadığını vurgulayan Koçan, “Bugün yaşadığımız her sorun eğitime dayanıyor. Türkiye içinde bulunduğu zengin coğrafyanın ve değerlerin farkında değil. Ben ‘öteki’ni anlamsız bulmuyorum; herkesi kucaklamak istiyorum. Herkesin bir arada olabileceği kaliteli ve tutarlı bir üretim ortamı yaratmak gerekiyor. Bugün yaşadığımız topraklarda hakim olan kitle kültürü, bağımsız düşünceyi önlüyor. Köylüler, kitle kültürünü çok fazla özdeştiriyorlar. Bir tür beyin yıkama kültürü yaratılmış durumda. Bu da, insanın yolculuğuna cehaletle bakmak anlamına geliyor. Oysa duvarları kırmak, insan hayatından derinlik çıkarmak, insana ve hayata üstten bakmamak lazım. Sen karşındaki insana ‘hiçsin’ dersen, o insana asla ulaşamazsın” diyor.

Baksı Müzesi ile kamusal alanı sanat eserleri ile donatmak istediklerini belirten Hüsamettin Koçan, şunları söylüyor: “Bir kültürel demokrasi projesini hayata geçirdik. İnsanı sevmeden, özel bir düşünce alanı yaratmadan derinlik yaratmak mümkün değil. Sanat, yaşamı kutlamanın bir yolu. Çözümü çatışma üzerinden aramayı seçmiyorum. Toplumun direncini devreye sokmayı tercih etmiyorum. Yaşadığımız köy ne yazık ki kendinden kaybediyor. Buradaki insanlara gurbet çok cazip geliyor. İnsanlar köyü terk ediyor. Araziler boş, üretim yok. Biz gurbete son vermek istiyoruz. Göç dursun istiyoruz.”

Konuşmasında, “Üst sanat, alt sanat diye saçma şey var ya, o aslında hiçbir şey demek değil. Anlatının altı, üstü olmaz. Anlatının hiyerarşisi yoktur ama bunlar art zamanlıdır. Süreklilik kavramını vurgulayan bu art zamanlılığı ve bunun insana çok yakıştığını söyleyen bir sergi açtık burada”  diyen Koçan, Türkiye bünyesinde bulunan etnik unsurların değerler dünyasını keşfetmediği düşüncesinde… Şunları aktarıyor: “Buranın halkının benim onları ciddiye aldığım kadar, beni ciddiye aldığını sanmıyorum. Mesela benim eşim onlara benzemiyor. Ben onlara benzemiyorum. Türkiye’de son zamanlarda herkes siyaset konuşuyor. Bizim aydınımız yaşadığı kültürden kopmuş durumda; topluma yabancılaşmış durumda. Halkevleri Cumhuriyetin ilk yıllarında bunu çözmeye çalıştı fakat çözemedi. Benim yapmak istediğim insanların birbirini yargılamadan yaşamasını sağlamak. İnsanlar birbiri ile temas etmezlerse, birlikte üretmezlerse, üretimi çok boyutlu bir hale getiremezlerse, ilişki de kuramazlar.”

Ben bütün kadınlara inanıyorum

Hüsamettin Koçan’ın özellikle üzerinde durduğu diğer bir konu da kadınlar… “Ben kadınlara inanıyorum. Hayatım boyunca çok fazla ezilmiş kadın gördüm. Hasret çeken, gurbet bekleyen kadın gördüm. Haksızlığa uğrayan kadın gördüm. Ben hayatımda hep kadınlarla çalıştım ve onlarla üretim. Masallar dünyasını erkekler kurduğu için orada ödül kadındır. Kadın kıymetlidir ama ödül olarak kıymetlidir. Oysa, kadın üretmeli, ekonomik özgürlüğe sahip olmalı. Burada toplum, kadına öyle bakmıyor. Kadını dört duvar arasında görmek istiyor.” diyen Koçan, kadını özgürlüğüne kavuşturacak bir projeden de söz ediyor: “Geçen sene, Baksı Kültür Sanat Vakfı ile kent merkezindeki Kaleardı Mahallesi’nde, “Hüsame Köklü Kadın Eğitim ve İstihdam Merkezi” projesinin temelini attık. 2025’te yöre kadınlarının buradaki atölyelerde üreteceği yerel ürünleri dünyaya pazarlamayı amaçlıyoruz.​​​​​ Üç boyutlu üretmeden, üçüncü boyutu keşfedemiyoruz. İki boyutluyuz. Siyah beyaz meselesi. Babam müthiş, vizyoner bir adamdı. Annem ise o kadar da akıllı bir kadın değildi ama kalbi ve duyarlılığı olağanüstüydü. Şimdi benim bir şeyim olsa, onu saklasın diye anneme verirdim, babama değil.’’

Akarsu üzerinde sanat konuşmaları

Çoruh Nehri’nin üstünde salda bir araya gelen düşünür ve sanatçılar akademisyen ve küratörler sanatı, “Geçmiş Nerede” “Gelecek Kime Ait” ve “Karışık Zihinler için Öneriler” başlıklarıyla tartıştılar.

GİLA BENMAYOR

Hüsamettin Koçan’ın Bayburt’ta ıssızlığın ortasında yaptığı Baksı Müzesi, her gittiğimde kalbimin kaldığı yerdir. Bu sefer aklımın da kaldığı yer oldu. Zira çok istediğim halde müzenin son sergisi ‘Gel Zaman Git Zaman’ın açılışına katılamadığım gibi, müzenin ilk kez Çoruh Nehri üzerinde başlattığı ‘Akarsu Üzerinde Konuşmalar’a tanık olamadım. Etkinliğin fotoğrafları önüme düşünce neler kaçındığıma daha çok hayıflandım. Müzenin koleksiyonundan 85 sanatçının eserlerinden oluşan sergi bir yana, Çoruh’un durgun suları üzerinde kimi zaman kayalıklı ve ağaçlı kıyıya yakın, kimi zaman nehrin daha ortasında bir salda insanların sohbeti gerçeküstü bir görüntü. Doğayla bütünleşmiş görünen bu insanlar ne tartışıyor olabilir?

Müzenin son sergisini, Akarsu Üzerinde Konuşmaları müzenin kurucusu Prof. Dr. Hüsamettin Koçan’a sordum.

Ayrıca, Özyeğin Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi öğretim görevlisi, sanat tarihi ve sanatın örgütlenme biçimleri üzerine çalışan, Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA) üyesi Doç. Dr. Ayşe Köksal’a Baksı’da yaşadığı deneyimi yazmasını rica ettim.

Beni çeken insan ve hikâye

Hocam son serginizin teması, sergilenen eserler hakkında ne söylemek istersiniz?

Baksı Müzesi’nin müthiş bir koleksiyonu var. Dünyada sanatçıların eser bağışıyla ortaya çıkan tek müze biziz. Sanatçı destekli, dayanışma duygusunu çok iyi ifade bir koleksiyon. Masalların başladığı cümle olan, aradan geçen zamanı ifade etmek için kullanılan ‘Gel Zaman, Git Zaman’ başlığını kullandık. Zira sergiyle bugüne kadar ne yaptığımızı masaya yatırmak, bir anlamda kendimizle yüzleşmek istedik. Yeni bir dönemi, yeni bir vizyonu ortaya koymak istedik. Sergi, bölge dahil halk kültürü üretimlerini günümüz sanatı örnekleriyle yan yana getiren bir insan hikayesi sunuyor. Ben hep alt sanat/üst sanat söylemine karşı çıktım.

Sanat nedir? Zanaat nedir? Bu sergi bunu tartışmaya açıyor. 85 sanatçının resim, heykel, video, yazı resim, kilim, seramik ve enstalasyonlarından oluşan çok sesli çok katmanlı bir sergi ‘Gel Zaman, Git Zaman’. Eserler birbiriyle konuşuyor, bir insan zenginliği anlatıyor. Zaten Baksı Müzesi bölgenin ve hızlı dönüşüm hikâyesini geleceği taşımak için ortaya çıktı. Baksı bazılarının söylediği gibi “land art” değil. Bu coğrafya üzerinde bir hikâyeyi, sorunlarını sanatın diliyle insanlığa sunmak amacım. Beni insan ve hikâyesi ilgilendiriyor.

Düşünceye özgürlük getirdik

Neden Akarsu Üzerinde Konuşmalar? Bu fikir nereden çıktı?

Çoruh Nehri’nin üzerinde Düşüncenin mekânını değiştirmek, düşünceye özgürlük getirmek istedik. Her şey rahatça su akar gibi konuşulsun istedik. İnsanlar sınırlarını zorlasınlar.

Zira bir takım fikirler hep kapalı alanlarda tartışılıyor. Bilgiler de kapalı. Akarsu şimdiyi, geçmişi ve geleceği temsil ediyor. Hayatın bizatihi kendisidir akarsu.

Salın üstünde Jülide Ateş moderatörlüğünde ‘Akarsu Üzerinde Konuşmalar’da üç ayrı konuşmada üç temayı ele aldık: ‘Geçmiş Nerede?’, ‘Gelecek Kime Ait?’ ve ‘Karışık Zihinler için Öneriler.’

İlk oturumda Doç. Dr. Ayşe Köksal, mimar Nevzat Sayın, Doç. Dr. Nusret Polat ve ben sanatta hiyerarşi kavramını tartıştık. Geçmişin birikiminin sanatçılar, bilim insanları ve düşünürler aracılığıyla geleceği nasıl şekillendireceğini konuştuk.

İkinci oturumda bir eksiğimiz olduğu için yine ben, sanatçı Burçak Bingöl, gazeteci Evrim Altuğ, Doç. Dr. Fırat Arapoğlu, geleceğin günümüze yakın bir noktada başladığını ve insan varlığının anlamlı bir uzantısı olarak geçmişe dönüşmeye mahkum olduğunu tartıştık.

Üçüncü oturumda ise Prof. Dr. Ferhat Özgür, oturumdan sonra kendisini nehrin sularına bırakan, Dali’den de çılgın sanatçı Genco Gülan, Prof. Dr. Gülveli Kaya ve sanat tarihçisi, eleştirmen Nazlı Pektaş farklı algılamaları, farklı değerlendirmeleri göz önüne alarak “arada kalma” durumunun doğal olduğu konusunda anlaştılar.

Hocam küratörlüğünü siz ve Ayça Okay’ın yaptığı sergiden hemen önce Baksı Kültür Sanat Vakfı’nın ‘Hüsame Köklü Kadın Eğitim Merkezi’nin temeli atıldı. Bununla ilgili ne söylemek istersiniz.

Serginin temel atma törenin peşinden gelmesi tesadüf. Zira merkezin temelini daha önce atmayı planlıyorduk. Ama gerekli izinler gecikti. Kadın Eğitim Merkezi kadınların yürüttüğü bir proje aslında zira projeyi tümü kadınlardan oluşan Kadın Eğitim Merkezi Girişim Kurulu yürütüyor. Vakıf Yönetim Kurulu’nda da herkes kadın. Vakfın başkanlığından ayrıldım ve başkanlığı profesyonel yönetici olan Didem Duru üstlendi. Kadının temsil alanını genişletiyoruz. Merkezin önümüzdeki yıl bu zamanlar da eğitime ve üretime geçmesini planlıyoruz.

DOÇ. DR. AYŞE KÖKSAL:

Baksı yeni müzeciliğin önemli bir örneği

Baksı Müzesi, deneyimlemeden anlaşılması imkânsız bir müze. Gördükten sonra da hazmetmesi ve tarif etmesi çok güç. Çünkü her anlamda tasniflemeye direnen bir müze, Baksı. Hüsamettin Hoca’nın yıllardır anlattığı gibi, yaratıcılığın belli kategori ve kriterlere göre değil, insana değme ve onu dönüştürme özelliği üzerinden tanımladığı eserleri koruyor, sergiliyor. O nedenle, kurulu düzenin kurallarını esnetmeye ve sorgulamaya cesareti olmayanlar için belki bir müze bile değil. Oysa müzenin var olma nedeni olan zamanları aşan bir hafızayı oluşturma, deneyimledikten sonra insanı dönüştürebilme işlevini tam manasıyla yerine getiriyor.

Müzenin doğuşu olan, “muse”/perilerin mekanı olduğunun bir kanıtı gibi… Gel Zaman, Git Zaman da, müzenin bu sözünü tamamlayan önemli bir sergi. Bir araya geldiklerinde çağdaş, modern, geleneksel, sanat, zanaat sınırlarına direnen, bu suni sınırlardan kurtulunca birbirilerine söyleyecekleri ne kadar çok şey varmış dedirten eserlerin zaman içindeki ‘gel-git’i…

Benim de konuşmacılarından biri olduğum ‘Akarsu Üzerine Konuşmalar’, aslında bu gel-git halini bir seviye daha artırarak doğa-insan sınırlarını zorlamak üzere tasarlanmış. Bana kalırsa, ne konuşulduğunun öneminin Çoruh Nehri’ne karıştığı, insanın, doğanın sözünün üzerine söyleyeceği pek bir şeyin kalmadığı bir ‘sanat eserinin parçası olduğumu hissettim.  Baksı Müzesi’nin amaçladığı gibi, ben de onunla dönüştüm.

Baksı Müzesi, Hüsamettin Hoca’nın savunduğu değerlerin özü, ifadesi, kitabı, eseri. Ama bireysel, idealist, çılgın, tekil bir proje değil. Bana kalırsa, değişmekte olan, bir düşünme, paylaşma ve dönüşme mekânı olarak tanımlanan yeni müzeciliğin en önemli örneklerinden biri.